twitting:

    follow me on Twitter

    5 Haziran 2010 Cumartesi

    Lay down, i remember you…

    Alice in Chains’i neden bu kadar çok sevdiğimi hiç bir zaman tam olarak anlayamadım. Cantrell’in etkileyici melodileri, Layne’in sislere sarılı sesi, Kinney’in Grunge kıvılcımları saçan davulları ve Inez’in içindeki Seattle ruhu, Alice in Chains’in müthiş bir grup olduğunu kabul etmeme yetmişti. Yine de, takdir ettiğim binlerce müthiş grup arasında Alice in Chains’i özel yapan bunlar değil.

    Az önce Jools Hooland’in programında, yeni Alice in Chains’in canlı performansını ilk kez gördüm. İyi ki de görmüşüm.

    Sahnede yeni bir adam var, kıvırcık, esmer. Yeni vokalist, DuVall. Adını, sesini duydum, ama sahnede görmemiştim. Aklımdan Alice in Chains geçerken, sahnede onu görmek garip geliyor. Gözlerimi kaçırıyorum.

    Ah, tanıdık biri, Mike Inez. Seattle’ın müzik külliyatını enstrümanına yedirmiş bir adam. Bas gitarı hâlâ silah gibi tutuyor elinde. Müziğe serptiği baharat eski lezzetinde. Şarkıların altını isterse kasvetle, isterse öfkeyle dolduruyor hâlâ. O nereye çekerse oraya gidiyor şarkı.

    Arkasında tanıdık bir başka adam, Sean Kinney var. Grubun en sâdık üyesi. Davulunun başında, adeta bir yarıtanrı gibi. Elinde bagetler, eskiden nasıl kendine hâkimse, hâlâ öyle. Hâlâ, muhteşem ritimlerle aklımı almayı beceriyor. Ve hâlâ, kendisi olmasa grubun hiç bir şeye benzemeyeceğini düşündürtmeyi başarıyor.

    Ve Cantrell’i görüyorum. Adamın yüzünde artık yaşlılık var. Ama gözlerindeki inat ve gazap, sesindeki feverân 15 yıl öncekinden bile fazla belki. Gitarından gelen melodiler birazcık değişmiş, ama hâlâ o kasvetli ve kızgın sesleri duymak mümkün. Yeni AiC’in Frontman’i olmuş.

    Eski adamların yüzlerine bir daha bakıyorum. Hepsi orta yaşlılığı kabul etmiş.

    15 yıl önce aynı piyasaya hizmet ettikleri arkadaşları, eskiden olduğu gibi sadece gençlere müzik yapıyorlar. Chris Cornell, bir çok genç rock’çıdan daha genç görünüyor hâlâ. Pearl Jam de, 1995’te ne ise, hâlâ o olmaya çalışıyor. Nirvana’dan geriye kalanlar, Cobain’in kemiklerini sızlatıyor.

    Ama şimdi, Grunge’ın gözden düşmesiyle birlikte inzivaya çekilmiş olan bu adamlar, yeni bir yüzle, eskiden içlerinde ne varsa hâlâ onu taşıyarak, yüzlerindeki çizgilerin ve saçlarındaki beyazların hakkını verecek bir müzik yapıyorlar. Pes etmemişler. Bıkmamışlar. Vazgeçmemişler. Ve, Layne’siz yapamayacaklarını düşünmemişler. İyi ki öyle düşünmüşler.

    Yakında Alice in Chains İstanbul’a gelecek.
    Konsere gidip gitmemek konusunda son bir karar verebilmiş değildim az önceki performansı görene kadar. Hayatımda hiç AiC konserine gitmedim, ama rüyamda kaç kere gördüm, hesabını yapmadım. Gördüklerimin hepsinde Layne vardı. Eski, bildik şarkıları çalıyorlardı.

    Şimdi sahnede yeni bir AiC, bilmediğim yeni şarkılar var. Eski Grunge ruhu tabii ki değişmiş biraz. Ama benim çekindiğim kısım o değildi. AiC’yi sahnede Layne’siz görmek istemiyordum. Farkettim ki, zaten görmüyormuşum.
    Layne ve içinde taşıdığı ne varsa hâlâ bu grubun içinde. Grubun bir frontman’ini kaybetmesi, ruhundan ve tarzından bir şey götürmemiş. Şarkılar yeni, sesler değişik ama geri kalan her şey eski AiC. Sahneye baktığımda sarı saçlı çocuğu göremeyecek olmam, gözlerimi kapattığımda orada olduğunu hissetmeme bir engel değil.

    Uyanmanı dilerdim Layne. Uyanıp biriken yaprakları temizlemeni dilerdim.
    Pes ettiğin yerde bıraktığın çizgiler, şimdi arkadaşlarının yüzüne yerleşmiş. Arkadaşların o çizgilerde seni yaşatıyorlar. Görmeni dilerdim.


    Oh, my heart is tired of beating slow…
    Oh, It's been deflating since you… died.

    0 yorum: