twitting:

    follow me on Twitter

    11 Mart 2011 Cuma

    Bana küçükken, dünya üzerinde O'na inanan tek bir kişi bile olduktan sonra kıyametin kopmayacağını söylemişlerdi. Ben de, bütün dünya yoldan çıksa bile, eğer iyi bir insan olursam "son inanan" olarak kıyametin gelişini geciktirebileceğimi düşünürdüm.
    Bu yüzden, herkese karşı iyi olmaya çabaladım. Kimseyi üzmedim. Mutlu olmak için mutlu ettim. Bu sayede belki, beni tanımaktan mutsuz olan çok az insan oldu.

    Ama bunlardan bana çok az şey kaldı.
    -Paramparça, hayal kırıklığı dolu anılar. Çoğunun bir fotoğrafı dahi yok-

    Ben çocukken olmayı hayal ettiğim yerdeyim. Ama hayal ettiğim kişi değilim.
    Dünyayı ben kurtarmayacağım, orası kesin.
    Ölümün çevremdeki bir çok tezahürü hâlâ tediginlik veriyor, ama kendi ecelim değil.
    Artık ne yaptığımı umursamıyorum.
    Hareketlerimin diğer insanları ne kadar etkileyeceğini düşünmekten yoruldum.
    Ne zaman oldu bilmiyorum ama, artık geri dönemeyeceğim bir sınırı aştım.
    Nezâketim tükeniyor, hissediyorum.

    Belki hâlâ bazı iyi huylarım duruyordur ama,
    artık iyi bir insan değilim.

    14 Ekim 2010 Perşembe

    Fable III Launch Trailer


    Peki ya yıllardır beklediğim oyun için bu kadar gazlı bir Trailer olması?
    Sanırım hayatıma kazınacak bi oyun daha geliyor.

    24 Eylül 2010 Cuma

    Başka bir not

    Goodfellas dizi oluyormuş.
    Filmden diziye dönüştürülüp tutan pek fazla eser hatırlamıyorum. Ancak bu dizinin gideri olacak gibi. Zira film tam anlamıyla "özet geç piç" tadındaydı: eğlenceli ve kısa. Dizide ise Hill'in hikayesini uzun uzun izlemek hoş olabilir.

    Bunu da buraya not aldım.

    BRB.

    2 Eylül 2010 Perşembe

    31 Temmuz 2010 Cumartesi

    Not

    Yolda'nın, büyük bir şiddet ve kesinlik ile başarısız olacağını öngördüğüm sinema adaptasyonunun çekimleri bugün başladı. Not alayım da, sonra unutuyorum.

    Mesela, Albemuth Özgür Radyosu'nun da filmi çekilmişti, ne oldu o?

    18 Haziran 2010 Cuma

    İnternet Sansürüne İdareten Çözüm

    Efendiler, biliyorsunuz ki son zamanlarda gemi iyice azıya alan dangalak devletimiz, internetin yarısını oluşturan Google'ı bile sansürleyecek kadar küstahlaştı. Bunda tabii ki kendi aramızda bıdı bıdı konuşup iş eyleme gelince pasif sümsüklere dönüşmemizin de etkisi var. Ama bu, bambaşka bir mesele. Ben şimdi sadece, engellenen bir çok sayfaya (Tüm Google hizmetleri, Megaupload, Richarddawkins vs.) ulaşabilmeniz için inanılmaz basit ve çok etkili bir numara göstereceğim.

    1) Şu dosyayı indirin: http://dl.dropbox.com/u/574877/hosts
    2) C:\Windows\System32\drivers\etc klasörüne yapıştırın. Hâlihazırda bir hosts dosyası varsa, onu silip bu indirdiğiniz yeni hosts dosyasını kullanın.
    3) Bilgisayarınızı yeniden başlatın.

    Ta-da.

    Eğer hâlâ giremiyorsanız, DNS'lerinizi OpenDNS'e ya da GoogleDNS'e çevirin, bir kere daha yeniden başlatın.

    Yine de giremiyorsanız, bunun sebebi daha önce yapmaya çalıştığınız Proxy ayarları, ya da TTNet'in verdiği modemlerde override edilmesi gereken TTNet DNS ayarlarıdır. Bunları düzeltip, bir daha deneyin.

    5 Haziran 2010 Cumartesi

    Lay down, i remember you…

    Alice in Chains’i neden bu kadar çok sevdiğimi hiç bir zaman tam olarak anlayamadım. Cantrell’in etkileyici melodileri, Layne’in sislere sarılı sesi, Kinney’in Grunge kıvılcımları saçan davulları ve Inez’in içindeki Seattle ruhu, Alice in Chains’in müthiş bir grup olduğunu kabul etmeme yetmişti. Yine de, takdir ettiğim binlerce müthiş grup arasında Alice in Chains’i özel yapan bunlar değil.

    Az önce Jools Hooland’in programında, yeni Alice in Chains’in canlı performansını ilk kez gördüm. İyi ki de görmüşüm.

    Sahnede yeni bir adam var, kıvırcık, esmer. Yeni vokalist, DuVall. Adını, sesini duydum, ama sahnede görmemiştim. Aklımdan Alice in Chains geçerken, sahnede onu görmek garip geliyor. Gözlerimi kaçırıyorum.

    Ah, tanıdık biri, Mike Inez. Seattle’ın müzik külliyatını enstrümanına yedirmiş bir adam. Bas gitarı hâlâ silah gibi tutuyor elinde. Müziğe serptiği baharat eski lezzetinde. Şarkıların altını isterse kasvetle, isterse öfkeyle dolduruyor hâlâ. O nereye çekerse oraya gidiyor şarkı.

    Arkasında tanıdık bir başka adam, Sean Kinney var. Grubun en sâdık üyesi. Davulunun başında, adeta bir yarıtanrı gibi. Elinde bagetler, eskiden nasıl kendine hâkimse, hâlâ öyle. Hâlâ, muhteşem ritimlerle aklımı almayı beceriyor. Ve hâlâ, kendisi olmasa grubun hiç bir şeye benzemeyeceğini düşündürtmeyi başarıyor.

    Ve Cantrell’i görüyorum. Adamın yüzünde artık yaşlılık var. Ama gözlerindeki inat ve gazap, sesindeki feverân 15 yıl öncekinden bile fazla belki. Gitarından gelen melodiler birazcık değişmiş, ama hâlâ o kasvetli ve kızgın sesleri duymak mümkün. Yeni AiC’in Frontman’i olmuş.

    Eski adamların yüzlerine bir daha bakıyorum. Hepsi orta yaşlılığı kabul etmiş.

    15 yıl önce aynı piyasaya hizmet ettikleri arkadaşları, eskiden olduğu gibi sadece gençlere müzik yapıyorlar. Chris Cornell, bir çok genç rock’çıdan daha genç görünüyor hâlâ. Pearl Jam de, 1995’te ne ise, hâlâ o olmaya çalışıyor. Nirvana’dan geriye kalanlar, Cobain’in kemiklerini sızlatıyor.

    Ama şimdi, Grunge’ın gözden düşmesiyle birlikte inzivaya çekilmiş olan bu adamlar, yeni bir yüzle, eskiden içlerinde ne varsa hâlâ onu taşıyarak, yüzlerindeki çizgilerin ve saçlarındaki beyazların hakkını verecek bir müzik yapıyorlar. Pes etmemişler. Bıkmamışlar. Vazgeçmemişler. Ve, Layne’siz yapamayacaklarını düşünmemişler. İyi ki öyle düşünmüşler.

    Yakında Alice in Chains İstanbul’a gelecek.
    Konsere gidip gitmemek konusunda son bir karar verebilmiş değildim az önceki performansı görene kadar. Hayatımda hiç AiC konserine gitmedim, ama rüyamda kaç kere gördüm, hesabını yapmadım. Gördüklerimin hepsinde Layne vardı. Eski, bildik şarkıları çalıyorlardı.

    Şimdi sahnede yeni bir AiC, bilmediğim yeni şarkılar var. Eski Grunge ruhu tabii ki değişmiş biraz. Ama benim çekindiğim kısım o değildi. AiC’yi sahnede Layne’siz görmek istemiyordum. Farkettim ki, zaten görmüyormuşum.
    Layne ve içinde taşıdığı ne varsa hâlâ bu grubun içinde. Grubun bir frontman’ini kaybetmesi, ruhundan ve tarzından bir şey götürmemiş. Şarkılar yeni, sesler değişik ama geri kalan her şey eski AiC. Sahneye baktığımda sarı saçlı çocuğu göremeyecek olmam, gözlerimi kapattığımda orada olduğunu hissetmeme bir engel değil.

    Uyanmanı dilerdim Layne. Uyanıp biriken yaprakları temizlemeni dilerdim.
    Pes ettiğin yerde bıraktığın çizgiler, şimdi arkadaşlarının yüzüne yerleşmiş. Arkadaşların o çizgilerde seni yaşatıyorlar. Görmeni dilerdim.


    Oh, my heart is tired of beating slow…
    Oh, It's been deflating since you… died.

    26 Nisan 2010 Pazartesi



    "...Uzay ve Zaman içerisinde salınarak gezen cümlelerden bazıları o kadar muhteşem bir an ve mekanda söylenmiştir ki, o cümlenin kusursuzluğu bütün paralel evrenlerde, paralel zamanlarda ve diğer gerçeklik düzlemlerinde aynı anda yankılanmıştır. İşte bu cümlelere, "Leboni" denir."

    15 Nisan 2010 Perşembe

    Az önce bi kadın gelip yazıcıdan bi resim çıkarttırmak istediğini söyledi. Yeğeninin resmiymiş, resimde arkada bi cin görünüyormuş. Resmi de annesine okutup üfletecekmiş, çocuğa musallat olan üç harfliler gitsin diye.
    Baktım, biri hakikaten kaliteli bi photobomb yapmış. "İyi bakalım" dedim, "çıkaralım".

    Resmi yazıcıdan çıkarırken yanlışlıkla siyah beyaz çıkarttırmam üzerine aklıma kadınlan eğlenmek geldi. Her yeni çıktıyı kasten bozdum, "Allah Allah, bu seferki de küçük çıktı" dedim, baktım irkildi bi. Ben "Hayda, bu seferkinin renkleri bozuk çıktı", "Yazıcı çalışıyor ama yazdırmıyor niyeyse :/" filan diyorum, dördüncü çıktı, beşinci çıktı derken baktım kadın sararmaya başladı, tam o an can alıcı lafı söyledim: "SANIRIM CİN RESMİ ÇIKARMAMIZI İSTEMİYOR."

    Kadın "Bırak kardeş çıkarma, kızdırmayalım cinleri" dedi. Kıyamam.